Scroll Top

Robinson Crusoe’dan önce Hay bin Yakzan

Hay-bin-yakzan-robinson-crusoe

Issız bir adada yaşam denildiğinde aklımıza gelen ilk isimlerden biri hiç şüphesiz Robinson Crusoe’dur. Daniel Defoe’nun yazdığı bu roman, kendisinden tam 6 yüzyıl önce İbn-i Tufeyl tarafından yazılmış Hay bin Yakzan ile büyük benzerlikler taşır. Eserin asıl konusu; insana dair hiçbir izin bulunmadığı bir adada herhangi bir eğitim görmeden, yalnızca aklın tecrübesi sayesinde bir insanın neleri başarabileceğidir. İbni Tufeyl’in yazdığı eserin ana karakter Hay bin Yakzan’dır. Mukayese edeceğimiz eserlerden ikincisi ise Robinson Crusoe. Söz konusu romanda; İngiltere’de yaşamakta olan ve aslen Alman asıllı bir ailenin en küçük oğlu olan Robinson Crusoe’un, anne ve babasına itaatsizlik edip hayalini kurduğu deniz yoluyla dünya seyahati yapmak için yola çıkması ve bu süreçten sonra başına gelen olaylar anlatılır. Daniel Defoe’nin Robinson Crusoe romanı ile İbn Tufeyl’in Hay bin Yakzan adlı eseri arasında birtakım paralellikler olmakla birlikte aslında iki farklı medeniyeti temsil ederler. İki eserin ortak noktası “ıssız bir adada ‘değer’ nasıl oluşturulur?” sorusuna bir yanıt aramasıdır.

Allah yolunda Hay Bin Yakzan

Bir arayışın romanı olan Hay bin Yakzan’da, Hay ıssız adada bir ceylan tarafından bulunur. Ceylan, Hay’ı evlat edinir. Onu emzirir ve hayatta kalmasını sağlar. Zamanla büyüyen Hay, çevresinde olan biteni gözlemler. Asıl aydınlanmaya, 21 yaşına geldiğinde kendisini büyüten ceylanın ölümü ile ulaşır. Asıl aydınlanmaya, 21 yaşına geldiğinde kendisini büyüten ceylanın ölümü ile ulaşır. Ceylanın ölümü gerçeği ile ilk defa maddeyi suretten ayırt eder. Yani bir anlamda düşüncelerinde ruhanî aleme yönelir. Varlıklar arasındaki ilişkileri gözlemler ve her şeyin bir yaratıcısının olduğu fikrine kapılır. Bu olaydan sonra Hay, insân-ı kâmil olma aşamasına geçer, ıssız bir adada benliğini ortaya çıkarmaya başlar. Tecrübeleriyle metafizik gerçekliklere geçen Hay elli yıllık süreç sonunda yetkin insan aşamasına gelmişken, Absal bir kişiyle karşılaşır. Bu Hay’ın bir insanlar ilk karşılaşmasıdır. Absal, Hay’a konuşmayı öğretir ve birbirlerine başlarından geçen serüvenlerini ve deneyimlerini anlatırlar. Absal’ın inancı vahiy kaynaklıdır. Adada Absal adında biriyle karşılaşır. Bu Hay’ın bir insanla ilk karşılaşmasıdır. Absal, Hay’a konuşmayı öğretir ve birbirlerine başlarından geçenleri ve deneyimlerini anlatırlar. Absal dinin tüm vazifelerini Hay’a anlatır. Hay da hepsini onaylar. Çünkü Absal’ın anlattığı bilgiler ile Hay’ın deney, gözlem, akıl yürütme ve daha sonra ise keşif ve tefekkür yolu ile edindiği bilgiler birbirleri ile aynıdır. Yani, aklın doğruları ile gerçek bir dinin doğruları birbirlerine ters düşmemektedir. Hay mutlak gerçekliklere her insanın ulaşamayacağını anlar ve kendi adasına Absal ile geri dönerek inandıkları değerler doğrultusunda yaşamayı tercih eder.

Sömürgeci Robinson Crusoe

Robinson Crusoe ise ailesine karşı gelen ve orta sınıf yaşam şartlarından memnun olmayan bir karakterdir. Ebeveynlerinin uyarılarına rağmen isyankâr bir tavır takınır ve nihayetinde kendi bildiğini okuyarak denize açılır. Bu yolculukta Crusoe, Faslı bir denizcinin kölesi olur. Maceraya ve zenginlik hırsı ile köle ticareti yapma hevesiyle tekrar denize açılan Crusoe, bindiği gemi batınca canını zor kurtararak bir adaya düşer. Adada ilk iş olarak kendisine bir barınak inşa eder. Avlanarak hayatta kalmayı başarır. Başına gelenler yüzünden pişmanlık duyan Crusoe Hristiyanların kutsal kitabı İncil’i okumaya başlar. Başına gelen kötü şeylerin Tanrı’yı unutmuş olmasından kaynaklandığını düşünür ve inançlarına sıkıca bağlanır. Artık adadan kurtuluş olmadığına iyice inanan Crusoe Tanrı’ya giderek daha çok yakınlaşır. Çünkü ona göre içinde bulunduğu durumdan kurtulmanın tek yolu budur. Yakınlarda bulunan bir adada başka insanların olma ihtimalini düşünür. O adaya gidebilmek için sandal yapmaya çalışır. Bir süre sonra yaşa şartlarına alıştığı adanın tek hâkimi olmanın yetkinlik hissini yaşar. Hayvanları eğitir. Bir süre sonra bir mağara bulur ve burayı yerleşim yeri haline getirir. Adadaki yerlilerin bir adamı yemeye çalıştıklarına şahit olur ve adamı yerlilerin elinden kurtarır, yerlileri ise öldürür. Kurtardığı yerliye ise Cuma ismini verir. Cuma’ya kendi ismini ‘Efendi’ olarak öğretir. Böylece Cuma, Crusoe’nun adeta kölesi olur. Efendi, Cuma’ya kendi dilini öğretir. Daha sonra isyan çıkmış bir İngiliz gemisini kurtarıp bu gemi ile 28 yıllık bir aradan sonra memleketine geri döner. Ülkesinde çok zengin olan Crusoe 28 yıl boyunca kalmış olduğu adayı “medenileştirdikten” sonra ülkesine geri döner.

Crusoe’nin ıssız bir adada her şeyin özünü deneylerle öğrenmesi ve geçmişte hiçbir kabiliyeti bulunmayan bir insanın tabiatla baş başa bir hayat yaşaması, adım adım olgunlaşması Hay bin Yakzan’ın yaşadığı süreçle birbirine benzemektedir. Hay bin Yakzan’ın ıssız adada Tanrı’yı keşfetmesi ile Crusoe’nun geçmişte ilgilenmediği Tanrı’ya yönelmesi bir yönden birbirine benzemektedir. Ancak felsefi arka planı göz önünde bulundurduğumuz zaman bu iki eserin karakterleri, dünya görüşü açısından pek de benzer özelliklere sahip değildir. Hay bin Yakzan’da tabiat Hay’ın öğretmeni gibidir. Hay doğayı gözlemleyerek maddeyi anlamaya çalışır. Her şeye kendi yöntemlerince bir anlam atfederek değer vermektedir. Crusoe gibi doğayı kendi çıkarları için kullanan bir düşünce içerisinde değildir yani. Her varlığın ardındaki gizli ve mutlak hakikati keşfetmeye çalışır. Yine Crusoe’un aksine doğayı bir köle gibi değil de bir dost gibi görür. Robinson Crusoe ise tabiat üzerinde hakimiyet kurmak ister. Emperyalist bir düşünceyle yaklaşır. Yeri gelir avlanır. Yeri gelir eşya yapar. Kendi krallığını kurar ve tüm adayı ihtiyaçları dahilinde sömürür. Kendisini yaşatmak için tabiatı tüketmek gerektiğini düşünür. Çünkü Robinson Crusoe kendisini tabiatın efendisi olarak görür. Adaya Avrupa’dan insanlar getirir ve yerleştirir. Mülkü bölüştürür ama sahibi yine kendisidir. Sömürge anlayışına doğru giden bir durumdur bu. Bir yerden tanıdık geldi mi? Evet, 15. yüzyılda başlayan Batılı devletlerin sömürgeleştirme zihniyetlerinin bir yansımasıdır aynı zamanda. İbn Tufeyl, Hay bin Yakzan’da üç noktaya odaklanır:

“İnsan kendi başına, tabiatı gözlemleyip, tefekkür yolu ile insân-ı kâmil derecesine ulaşabilir.”
“Gözlem ve deney yoluyla edinilen bilgilerle vahiy ile gelen bilgiler çelişmez.”
“Mutlak hakikate herkes ulaşamaz.”

 

Nida Demir