Scroll Top

650 numaralı esir: AFİYE SIDDIKİ

Afiye-siddiki-abd-esir

ABD’nin hukuksuz tutuklamalarında sembol isimlerden biri haline gelen ve “650 numaralı mahkûm” olarak bilinen Afiye Sıddıki’yi tanıyor musunuz? Bu ismi belki de çoğumuz ilk defa duyuyoruz. Pakistanlı çok başarılı Müslüman bir doktor. Afiye Sıddıki’nin bu parlak kariyeri maalesef bu yazının konusu değil, o kendini dünyanın hakimi olarak lanse eden bir devlet tarafından akla gelebilecek her türlü işkenceye maruz kalan 3 çocuklu bir anne. Sıddıki’nin hikâyesi ABD’nin suçlarını örtmek için nasıl vahşileşeceğini ve komplo kurmaktan çekinmediğini göstermesi açısından oldukça dikkat çekici. Batılı haber kaynaklarında terör örgütü El Kaide’nin hatta DEAŞ’ın beyni olarak anılan Sıddıki neden önemli ve hapiste olmasına rağmen uluslararası ilişkileri nasıl derinden sarsabilir?

 

ABD’nin milyarlarca dolar sarf ettiği biyolojik silahları etkisiz hale getirmek için bir program geliştiren Afiye Sıddıki, ABD için artık bir tehdit haline gelmişti. Çünkü Sıddıki’nin geliştirdiği program, ABD’nin şimdiye dek kurguladığı “dünya egemenliğine insan bedenleri üzerinden ulaşma gayesini” bitirecekti. Programı ABD’ye satması teklif edildi ancak Afiye Sıddıki bunu reddedince, tüm hukuk sisteminden de dışlanmış oldu. 2003 yılında İslamabad’dan Karaçi’ye annesini ziyaret etmek için üç çocuğu ile birlikte hava alanına gitmişti. Bu günden sonra ise kendisinden 5 yıl boyunca haber alınamadı. 2008’te en büyüğü dört yaşında olan üç çocuğuyla birlikte kaçırılan Dr. Sıddıki, Pakistan polisi tarafından önce gözaltına alındı. Sonrasında ise para karşılığında ABD’ye satıldı. Afganistan’da Taliban tarafından rehin alınıp daha sonra Müslüman olan ünlü gazeteci Yvonne Ridley’in araştırmaları sayesinde gerçekler medyaya yansıdı. Ridley’in Sıddıki’ye ulaşmasını sağlayan kişiyse tıpkı onun gibi hedef alınan ve Bagram Hapishanesine kapatılan Pakistan asıllı İngiliz vatandaşı Moazzam Begg. Sıddıki’nin hatırladığı son şey o gün kolundan bir ilaç enjekte edildiğiydi. Kendisine geldiğinde ise gözlerini bir hapishane hücresinde açtı. Bulunduğu yerin Afganistan’da bir askeri üste ait olduğunu düşündü. Sürekli inip kalkan uçak sesleri Sıddıki’nin bu tahminini destekler nitelikteydi. İngiliz gazeteci Ridley, Batı medyasında Afganistan’daki gerçeklikle ilgisi olmayan çok sayıda görüntü olduğunu belirterek, Ya dünyanın geri kalanını yanıltmayı seçiyorlar ya da Batı’nın cehaletiyle dünyanın yanıltılmasına yol açıyorlar.” ifadesiyle gerçeklere adeta ayna tuttu.

 

Sıddıki beş yıldan fazla bir süre bu hapishanenin hücresinde tek başına kaldı. Maskesiz ve üniformasız Amerikalı askerler tarafından sorgulandı. İnsanlıktan yoksun askerler, Sıddıki’ye yıllardır göremediği çocuklarının ‘dehşet dolu’ çığlıklarını günlerce dinlettiler. Bebeği Süleymanı buzlu bir camın arkasından izlettiler Sıddıkiye. 7 yaşındaki Ahmed’in ise kanlar içindeki fotoğrafını gösterdiler. Kızı Meryem’in de yakalandığı bir hastalık sonucu öldüğünü söylediler. Genç kadının her geçen gün ızdırabı daha da artıyordu. Bu acılar yetmezmiş gibi asıl amaçları olan hamleyi de yaptılar: Yüzlerce sayfalık kirli bomba ve virüslerle biyolojik saldırı silahları planlarını ‘zorla’ yazdırdılar. Sıddıki’nin koğuşu gardiyanlara ve diğer tutuklulara açıktı. Gardiyanların amansız işkenceleri ve mahkumlara edilen tecavüzler sebebiyle çığlıklar içinde yatıyordu. Maruz kaldığı işkenceler yüzünden bir böbreğini ve bağırsaklarını kaybetti. Hapishanede yapılaninsanlık dışı işkencelerden biri de: Kur’an-ı Kerim’i parçalayıp, kutsal kitabın sayfalarını yere sermek; sonrasında ise Sıddıki’nin kanları akarken parçalanmış Kur’an-ı Kerim sayfalarının üzerinden yürütmekti.

 

Sıddıki, 23 Eylül 2010 tarihinde 86 yıl hapse mahkum edildi. Bu kararın gerekçesi ise ABD askerlerine ateş açtığı iddiasıydı. Ancak Sıddıki, bu olaydan çok daha öncesinde kaçırılmıştı. Ateş açmıştı çünkü işkence dolu hapishaneden kurtulmak istemişti. Sıddıki’nin suçunun askerlere ateş açması olduğunu “bahane”ettiler. İngiliz gazeteci Yvonne Ridley’in açıklamasına göre, New York’ta ilk mahkemeye çıktığında durumu çok kötüydü. Yakalandığı sırada göğsünden yaralanmıştı. Doğru düzgün tedavi edilmemişti. Böbreklerinden biri ve bağırsaklarından bir kısmı alınmıştı. Ayakta duramıyordu VE otururken de birilerine dayanıyordu. Çok zayıf düşmüştü, vücudunda kanamalar görülüyordu.

Öte yandan, 2002 yılında CIA tarafından Bagram Hapishanesi’ne mahkum edilen İngiliz vatandaşı bir Müslüman olan insan hakları aktivisti Muazzam Begg de Sıddıki’ye yaşatılanların yakın şahitlerinden biri. Begg, tutulduğu Guantanamo Hapishanesi’nden çıkıp ülkesine döndüğü zaman tuttuğu günlükleri yayımladı. Yayımladığı günlüklerde Sıddıki’den bahsediyordu. Yan hücresinde bulunan “650 numaralı” esirden söz ederken, mahkumun çığlık seslerinin kendisine yapılan işkenceleri dahi unutturduğunu ifade etmişti. Begg: “650 numaralı mahkum, işkence, tecavüz ve dayağa maruz kalan, tek kadın olması sebebiyle tuvalet ihtiyacını da erkekler tuvaletinde gideriyor.”

 

Sağlık durumu oldukça kötü olan Sıddıki, ağır insan hakları ihlalleri ile maruz kaldığı işkencelere rağmen hala “özgür” kalmayı bekliyor. Acı gerçek şu ki bu durumda olan tek kişi Afiyye Sıddıki değil. Sıddıki’nin hikayesiyle tanışmamıza sebep olan Begg, Murat Kurnaz.. ABD askerleri tarafından benzer zulümlere maruz kalmış Müslüman esirlerden sadece birkaçı. Üstelik hiçbir suçları yokken… Guantanamo Hapishanesi ise “hala” açık. Hapishane, 11 Eylül sonrası yükselen İslam karşıtlığının bir sonucu olarak masum Müslümanlara karşı barbarlığın bir kanıtı niteliğinde. Üstelik, Batılı ülkeler ABD’nin Müslüman esirlere yaptığı işkencelerin hepsini biliyordu. Hiçbiri sesini çıkarmadı. Tek yaptıkları üç maymunu oynamak oldu. Peki, yıllardır Müslümanlara işkenceler yapan ABD, bunun hesabını ne zaman verecek?

Benzer gönderiler