Özgürlük, eşitlik, kardeşlik! 1789’da Fransız Devrimi yaşanırken, ülkenin sokaklarından işte bu slogan yükseliyordu. Fransa o dönemden beri kendisini özgürlüğün, eşitliğin ve kardeşliğin anavatanı olarak görüyor. Fransa ayrıca, insan haklarının en duyarlı kıtası olarak kendisini tanımlayan Avrupa’ya, medeniyeti öğrettiğini de iddia ediyor. Ancak son dönemlerde ülkede yaşanan ırkçı, ayrımcı, anti-demokratik ve hepsinden önemlisi İslam düşmanı uygulamalar bu söylemlerin, içi boş bir balondan ibaret olduğunu açıkça gösteriyor. Her fırsatta dünyaya “özgürlük” dersi vermeye kalkan Fransa’da bunun örnekleriyle sıkça karşılaşıyoruz. Ülkedeki Müslümanlara karşı çıkarılan ayrılıkçı yasa tasarısı, göçmenlere uygulanan ırkçı politikalar ve yaşanan insan hakları ihlalleri Avrupa’nın “evrensel değerleri” ile örtüşmüyor. Tüm bunları haberleştiren gazetecilere bile yasaklar getiriliyor. Sarı Yeleklilerin protestolarında ve sonrasında basına karşı çıkarılan yasalarla birlikte Fransa’nın gizlediği diğer yüzüne pek çok kez şahit olduk.
Basın özgürlüğü “Sarı Yelek”e takıldı
2018 yılında Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, kendisini küreselci olarak tanımlayanları haklı çıkartırcasına öğrencilere ve dar gelirlilere yapılan kira yardımına son verip zenginlerden alınan gelir vergisini kaldırmıştı. Ülkedeki gelir eşitsizliği daha da büyümüş ve “sarı yelekliler” adıyla bilinen gösteriler başlamıştı. Eylemler devam ederken polis şiddeti de dur durak bilmedi. Her hafta sonu ortalama 70 bin polis görevlendirildi. Fransız polisi genç, yaşlı, çocuk, engelli demeden coplarla, plastik mermilerle çok sert müdahalelerde bulundu. Olayları görüntülemek isteyen gazeteciler bile polisin gazabına uğradı. Yüzlerce gazeteci, polis şiddetine maruz kaldı ve tutuklandı. Peki, her fırsatta özgür basının destekçisi olduğunu savunan Fransa, basına karşı şiddet için nasıl bir tavır aldı dersiniz? Basının polisi görüntülemesini yasaklayan bir kanun çıkararak. O dönemde Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un gazetecilere yönelik bu kararı, dünya genelinde tepkiyle karşılandı. Ancak bu tepkiler Macron’un pek de umurunda olmadı.
Macron’un “basın özgürlüğü” hassasiyeti
2020 yılında ise Macron’un basın özgürlüğü konusundaki düşünceleri değişmiş olacak ki bütün dünya Müslümanların ortak tepkisini çeken Hz. Muhammed’e (S.A.V) yönelik karikatürler için gazetecilerin “editöryel seçimleri” ifadesini kullandı. “Bence Fransa Cumhuriyeti asla gazetecilerin editöryel seçimlerine karışma hakkına sahip olmamıştır. Çünkü basının özgürlük hakkı vardır ve bu hak savunulmalıdır. Çünkü Fransa’da bütün özgürlükler vardır. Vicdan özgürlüğü, ifade özgürlüğü, gazetecilerin kendi seçimleri yapabilme özgürlüğü, dini değerleri aşağılama özgürlüğü” Macron’un basın özgürlüğü konusundaki hassasiyeti ne kadar da takdire şayan öyle değil mi? Ama aynı hassasiyet Macron’un koruması hakkında haber yazan gazeteciye gösterilmedi. 18 Haziran 2018’de Macron’un koruması Alexandre Benalla’nın bir 1 Mayıs göstericisini dövdüğünü haberleştiren Le Monde muhabiri Ariane Chemin, Fransız iç istihbarat teşkilatı DGSI tarafından gözaltına alınarak sorguya çekildi. Aynı gün Le Monde gazetesinin yayın yönetmeni de DGSI’da sorgulandı. İç istihbarat servisinin gazetecilere yaptığı baskının ortaya çıkmasıyla birlikte bu olayın ilk olmadığı da anlaşıldı. Fransa’nın Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’ne Yemen’de kullanılmak üzere silah sattığı haberlerini yayınlayan 7 gazeteci de sorgulanarak tehdit edildiklerini açıkladı. Charlie Hebdo Dergisinin İslam düşmanı karikatürlerini basın özgürlüğü kisvesine sokmaya çalışan Macron’un bu konudaki ikiyüzlü tavrı pek çok uluslararası yayın tarafından da kınandı.
“Genel güvenlik yasası”
Öte yandan 2020 yılında da Fransa’da “genel güvenlik yasası” çıkarıldı. 2021 yılında ise Senato’da onaylandı. Yasayla birlikte polise verilen yetkiler artırılınca ülke adeta polis devletine dönüştü. Yasanın en büyük mağduru ise yine gazeteciler oldu. Nitekim genel güvenlik yasasının 24. Maddesinde, “ Polis veya jandarma fiziki veya psikolojik zarar verme amacı veya niyeti taşıyan video veya fotoğrafları yayınlayanlara bir yıl hapis ve 45 bin avro para cezası verilecek.” ifadeleri bulunuyor. Kısacası, Fransız polisi tenhada kıstırdığı mültecilere, Afrikalılara, öğrencilere, Müslümanlara, eylemcilere dilediği gibi şiddet uygulayabiliyor. Herhangi bir gazeteci görüntü alırsa da “kötü niyetli” olduğu için cezaya çarptırılıyor. Basın özgürlüğünü tamamen ortadan kaldıran bu yasayla, Fransa’da “doğru” haber yapan medya kuruluşu bulmak artık neredeyse imkânsız. Öyle ki Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, medya ekibini bile kendisi seçiyor. Macron’un toplantılarını, sadece bazı basın kuruluşları izleyebiliyor ve görüntü alabiliyor. Örneğin; Mart 2022’de Macron’un düzenlediği toplantıya davetli olan bir kadın, fotoğraf aldığı için yaka paça dışarı atıldı. Kadının çektiği fotoğraflar telefonundan silindi. Fransa’da Müslümanların yaşadığı zorlukları tek tek anlatmak bir ansiklopedi hacminde geniş bir külliyat hazırlamakla eş değer artık. Sadece şunu hatırlatmak bile yeterli olabilir: Fransız İçişleri Bakanı camii kapattığı için övünen bir siyasetçi. Görüldüğü üzere, anti-demokratik uygulamaların önderliğini üstlenen Fransa’da bugün özgürlük, eşitlik ve kardeşlik sloganları tarihin tozlu sayfalarına hapsolmuş halde. İnsan hakları, ifade hürriyeti, yaşam ve protesto hakkı ise ülkede artık fantastik bir masalın öğelerine dönüşmüş durumda.