Scroll Top

İslam’ın izlerini silme projesi: 28 Şubat süreci

28-subat-süreci-post-modern-darbe

Türkiye, adına “post-modern darbe” denilen müdahaleyle 25 yıl önce tanıştı. Türk demokrasi tarihine kara lekenin sürüldüğü 28 Şubat süreci, Müslüman toplumda derin izler bıraktı. Üzerinden yıllar geçse de, o karanlık günler hâlâ hafızalarda yerini koruyor. Takvim yaprakları 24 Aralık 1995’i gösterirken, genel seçimlerde Refah Partisi ipi göğüslemişti. Parti, oyların yüzde 21’ini alarak sandıktan birinci çıkmış, Necmettin Erbakan’a başbakanlık yolu açılmıştı. Bu sonuç aynı zamanda Refah-Yol hükümetine giden dönemin işaret fişeğiydi. Ancak ordu içerisindeki darbeciler, farklı hesaplar yapıyordu. Refah Partisi’nin koalisyonda olmasını istemiyorlardı. Planın ilk adımını, hükümete gözdağı vererek başlattılar. Dönemin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı, başroldeydi. Karadayı, koalisyon ortaklarına verdiği brifingde “laiklik ve irtica” kelimelerini dilinden düşürmedi. O günden sonra “irtica” sözcüğü, uzun yıllar boyunca Türkiye’nin gündeminde kaldı.

“Demokrasiye balans ayarı”

Tarih 28 Haziran 1996’yı gösterdiğinde, uzun süren pazarlıklar sonucunda Refah Partisi (RP) ile Doğru Yol Partisi (DYP) arasında koalisyon hükümeti kuruldu. Genelkurmay Başkanı Karadayı ise Meclis Başkanı’nı arayarak, RP koalisyonu konusunda uyardı. Düzenlenen tüm oyunlar, planlanan darbeye zemin hazırlamak içindi. Bir kısım medya da sürece destek oldu. Nitekim ülkenin “zinde kuvvetleri”, bürokrasiyle birlikte medyayı etkin biçimde kullanıyordu. Manşetlerin her birinde “postal” izi vardı. Başbakan Erbakan’ın kanaat önderlerine verdiği yemek ise darbe heveslilerinin daha da iştahını kabarttı. 4 Şubat 1997’de, Sincan Belediyesi’nin düzenlediği Kudüs gecesi, darbeciler açısından bardağı taşıran son damla oldu. O geceden 76 saat sonra Sincan sokaklarında tanklar yürütüldü. Dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Çevik Bir, tankların Sincan’dan geçişi için “demokrasiye balans ayarı yaptık” dedi. 28 Şubat 1997’de Milli Güvenlik Kurulu, irtica gündemiyle toplandı. Sivil ve askeri kanat, masada karşı karşıyaydı. Askerler, REFAH-YOL hükümetinin önüne 18 madde koydu. MGK’nın kararlarında yer alan maddeler şöyleydi:

1-Anayasamızda cumhuriyetin temel nitelikleri arasında yer alan ve yine anayasanın 4’üncü maddesi ile teminat altına alınan laiklik ilkesi büyük bir titizlik ve hassasiyetle korunmalı, bunun korunması için mevcut yasalar hiçbir ayrım gözetmeksizin uygulanmalı, mevcut yasalar uygulamada yetersiz görülüyorsa yeni düzenlemeler yapılmalıdır.

2-Tarikatlarla bağlantılı özel yurt, vakıf ve okullar, devletin yetkili organlarınca denetim altına alınarak Tevhid-i Tedrisat Kanunu gereği Milli Eğitim Bakanlığı’na devri sağlanmalıdır.

3-Genç nesillerin körpe dimağlarının öncelikle cumhuriyet, Atatürk, vatan ve millet sevgisi, Türk milletini çağdaş uygarlık düzeyine çıkarma ülkü ve amacı doğrultusunda bilinçlendirilmesi ve çeşitli mihrakların etkisinden korunması bakımından:

a-8 yıllık kesintisiz eğitim, tüm yurtta uygulamaya konulmalı.

b-Temel eğitimi almış çocukların, ailelerinin isteğine bağlı olarak, devam edebileceği Kuran kurslarının Milli Eğitim Bakanlığı sorumluluğu ve kontrolünde faaliyet göstermeleri için gerekli idari ve yasal düzenlemeler yapılmalıdır.

4-Cumhuriyet rejimine ve Atatürk ilke ve inkılaplarına sadık, aydın din adamları yetiştirmekle yükümlü, milli eğitim kuruluşlarımız, Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun özüne uygun ihtiyaç düzeyinde tutulmalıdır.

5-Yurdun çeşitli yerlerinde yapılan dini tesisler belli çevrelere mesaj vermek amacıyla gündemde tutularak siyasi istismar konusu yapılmamalı, bu tesislere ihtiyaç varsa, bunlar Diyanet İşleri Başkanlığı’nca incelenerek mahalli yönetimler ve ilgili makamlar arasında koordine edilerek gerçekleştirilmelidir.

6-Mevcudiyetleri 677 sayılı yasa ile men edilmiş tarikatların ve bu kanunda belirtilen tüm unsurların faaliyetlerine son verilmeli, toplumun demokratik, siyasi ve sosyal hukuk düzeninin zedelenmesi önlenmelidir.

7-İrticai faaliyetleri nedeniyle Yüksek Askeri Şura kararları ile Türk Silahlı Kuvvetleri’nden (TSK) ilişkileri kesilen personel konusu istismar edilerek TSK’yi dine karşıymış gibi göstermeye çalışan bazı medya gruplarının silahlı kuvvetler ve mensupları aleyhindeki yayınları kontrol altına alınmalıdır.

8- İrticai faaliyetleri, disiplinsizlikleri veya yasadışı örgütlerle irtibatları nedeniyle TSK’dan ilişkileri kesilen personelin diğer kamu kurum ve kuruluşlarında istihdamı ile teşvik unsuruna imkan verilmemelidir.

9- TSK’ya aşırı dinci kesimden sızmaları önlemek için mevcut mevzuat çerçevesinde alınan tedbirler; diğer kamu kurum ve kuruluşları, özellikle üniversite ve diğer eğitim kurumları ile bürokrasinin her kademesinde ve yargı kuruluşlarında da uygulanmalıdır.

10-Bu maddenin tam metnini Türkiye’nin uluslararası ilişkilerini ilgilendirdiği için yayınlayamıyoruz.

11-Aşırı dinci kesimin Türkiye’de mezhep ayrılıklarını körüklemek suretiyle toplumda kutuplaşmalara neden olacak ve dolayısıyla milletimizin düşmanca kamplara ayrılmasına yol açacak çok tehlikeli faaliyetler yasal ve idari yollarla mutlaka önlenmelidir.

12-T.C. Anayasası, Siyasi Partiler Yasası, Türk Ceza Yasası ve bilhassa Belediyeler Yasası’na aykırı olarak sergilenen olayların sorumluları hakkında gerekli yasal ve idari işlemler kısa zamanda sonuçlandırılmalı ve bu tür olayların tekrarlanmaması için her kademede kesin önlemler alınmalıdır.

13-Kıyafetle ilgili kanuna aykırı olarak ortaya çıkan ve Türkiye’yi çağdışı bir görünüme yöneltecek uygulamalara mani olunmalı, bu konudaki kanun ve Anayasa Mahkemesi kararları taviz verilmeden öncelikle ve özellikle kamu kurum ve kuruluşlarında titizlikle uygulanmalıdır.

14-Çeşitli nedenlerle verilen, kısa ve uzun namlulu silahlara ait ruhsat işlemleri polis ve jandarma bölgeleri esas alınarak yeniden düzenlenmeli, bu konuda kısıtlamalar getirilmeli, özellikle pompalı tüfeklere olan talep dikkatle değerlendirilmelidir.

15-Kurban derilerinin, mali kaynak sağlamayı amaçlayan ve denetimden uzak rejim aleyhtari örgüt ve kuruluşlar tarafından toplanmasına mani olunmalı, kanunla verilmiş yetki dışında kurban derisi toplattırılmamalıdır.

16-Özel üniforma giydirilmiş korumalar ve buna neden olan sorumlular hakkında yasal işlemler ivedilikle sonuçlandırılmalı ve bu tür yasadışı uygulamaların ulaşabileceği vahim boyutlar dikkate alınarak, yasa ile öngörülmemiş bütün özel korumalar kaldırılmalıdır.

17-Ülke sorunlarının çözümünü “Millet kavramı yerine ümmet kavramı” bazında ele alarak sonuçlandırmayı amaçlayan ve bölücü terör örgütüne de aynı bazda yaklaşarak onları cesaretlendiren girişimler yasal ve idari yollardan önlenmelidir.

18-Büyük Kurtarıcı Atatürk’e karşı yapılan saygısızlıklar ve Atatürk aleyhine işlenen suçlar hakkındaki 5816 sayılı kanunun istismar edilmesine fırsat verilmemelidir.

Bu bildirinin en önemli özelliği o güne kadar PKK terörü ülkenin birincil öncelikli sorunu olarak görülürken ikincil konumdaki irtica tehdidi 28 Şubat itibariyle ilk sıraya konuldu. Nitekim 29 Nisan 1997 tarihinde Genelkurmay Karargâhı’nda basın mensuplarına 3,5 saat süren bir brifing verilmiş ve bu brifingde Türkiye’nin savunma konseptinde değişiklik yapıldığı, ülke bütünlüğüne ve cumhuriyetin temel niteliklerine yönelik iç tehdidin dış tehditten öncelikli hale geldiği belirtilerek “irticanın yok edilmesi hayati önemi haizdir” denildi. Elbette Erbakan bildiriyi elinin tersiyle itti. Ancak günün sonunda kazanan darbeciler, kaybeden ise demokrasi oldu. REFAH-YOL hükumetini düşürmek için devreye yargı sokuldu. Refah Partisi’nin kapatılması istemiyle dava açıldı. Necmettin Erbakan, görevinden istifa etmek zorunda kaldı.

Darbe senaryosunda ikinci perde

İstifa açıklamasının ardından Çankaya Köşkü hiç olmadığı kadar hareketliydi. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in hükumeti kurma görevini kime vereceği merak konusuydu. Koalisyon ortağı olan Tansu Çiller’in Başbakan olması bekleniyordu. Ancak Demirel, Başbakanlık görevini Çiller’e vermedi ve Mesut Yılmaz’ı hükümet kurmakla görevlendirdi. Darbe senaryosunda ikinci perde aralanıyordu, hedefte başörtüsü vardı. Bu süreçte Türkiye, Müslüman topluma yönelik korkunç zulümlere tanıklık etti. “Şeriat geliyor” söylemleriyle yaratılan suni korku politikasıyla, özellikle başörtüsüyle okumak isteyenlere büyük bir linç kampanyası başlatıldı. İmam hatip ve üniversite öğrencilerine okul kapıları birer birer kapatıldı. Başörtülü öğrenciler adeta terörist muamelesi gördü. Binlercesi gözaltına alındı ve okul bahçesine dahi sokulmadılar. O dönemde İstanbul Üniversitesi de büyük bir skandala imza attı. Rektör Yardımcısı Nur Serter’in kurduğu ikna odaları vicdanları sızlattı. Serter, psikolojik işkence yöntemiyle öğrencilere, okula başörtülü girmeyeceklerine dair taahhütname imzalattı.

El ele özgürlük zinciri

11 Ekim 1998’de sivil toplum eylemi düzenlendi. Yüzbinlerce insan el ele tutuşarak özgürlük zinciri oluşturdu. İstanbul’da başlayan eylem bütün Türkiye’ye yayıldı. Gösterilerde yüzlerce kişi gözaltına alındı, tutuklandı ve idamla yargılandı. Başörtülü öğrenciler aylarca giremedikleri okulların kapısında haykırdı. Ancak tazyikli su ve coplarla sert müdahalelere maruz kaldılar. Karnındaki bebeğini düşüren annelerin feryadı ise hiç dinmedi. Kamuda çalışan on binlerce insan da “irtica tehlikesi” adı altında disiplin cezası aldı. İstifaya zorlandılar veya memurluktan çıkarıldılar.

28-subat-darbesi
İslam’ın izlerini silme projesi: 28 Şubat süreci

Başörtüsü yasağı zulmü 2011’e kadar sürdü

Eğitim hakkı ellerinden alınan ve eşi görülmemiş zulümlerle karşı karşıya kalan öğrencilere, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan döneminde üniversiteye geri dönme hakkı tanındı. 2011 yılında başörtü yasağı kaldırıldı. 2014 Eylül’de de kılık kıyafet düzenlemesi yapıldı. Öğrencilere 5’inci sınıftan itibaren başörtüsü hakkı geri verildi. Öte yandan kamuda çalışanlarına da aynı hak tanındı. Ancak bu süreçte de hükümet, büyük bir dirençle karşılaştı. Çünkü İslam karşıtlığı, ülkemizde yapısal bir sorun ve ne yazık ki, “28 Şubat zihniyeti” her daim kendini canlı tutuyor. Her fırsatta özgürlük, çağdaşlık, demokrasi naraları atan sözde “laik”ler konu Müslümanlar olunca “ifade özgürlüğü” yalanına sığınıyor. Ne dersiniz? Sizce bir gün Müslüman ırkçılıklarının sonu gelir mi?

Benzer gönderiler