Scroll Top

Yeni Türkiye’nin Yeni Kıbrıs Politikası

Cumhurbaşkanı Erdoğan - KKTC Cumhurbaşkanı Akıncı ortak basın toplantısı

50 senedir devam eden Kıbrıs müzakereleri yine sonuçsuz kaldı. Son süreç Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın göreve gelmesinin ardından başlamıştı. BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Danışmanı Eide’nin arabuluculuğunda Mayıs 2015’te yeniden başlayan müzakereler zaman zaman kesilmiş ancak herşeye rağmen nihai bir çözüme ulaşmak üzere KKTC Cumhurbaşkanı ve GKRK Lideri, Türkiye, Yunanistan ve İngiltere dışişleri Bakanlarının katıldığı İsviçre’nin Crans-Montana kentindeki Kıbrıs Konferansı sonuçsuz dağıldı.

Bu bizim açımızdan sürpriz değildi. Kıbrıs Akdeniz’in en uzun sorunlarından. Bir dönem Rum Cumhurbaşkanlığının danışmanlığını da yapan Niyazi Kızılyürek’in şu tesbiti çok ilginç ve önemlidir;  “ Sorunun bu kadar uzamasının arkasında ilginç bir biçimde Kıbrıs Rum liderliğinin “tarihsel kaderciliği” ve “meşruiyeti hukuki çerçevede değil de tarihin derinliklerinde metafizik bir özsel haklılığa” dayandırıyor olmasıdır.”[1]

Artık Kıbrıs politikamızı yenilemek gerekmektedir. Türkiye bu müzakerelerin son olduğunu Rum kesiminin uzlaşmaz tutumunun devam etmesi halinde KKTC’nin kendi yolunu çizeceğini defalarca resmi düzeyde ifade etmiştir. Kıbrıs’ta federasyon tezi çökmüştür. Türkiye’de 50 senedir aşırı iyimserlikle, tarihi ve yaşanmış tecrübeleri görmezden gelerek kimi çevrelerce dayatılan federasyon fikrinin geçersizliği uluslararası camianın en yüksek temsilcilerinin tanıklığında ortaya çıkmıştır.

Bu tez Türkiye’deki pasifist kanadın tezi idi. Batı ile her hal ve şartta uyum içinde olma zihniyetinin diplomasideki yansıması idi. Kıbrıs konusunda AK Parti bazı algıları değiştirmiş olmakla beraber derinden gelen ve Türk hariciyesine sinen batı yanlısı Kıbrıs’ta federasyon fikrini değiştirememişti. İşte şimdi yeni Türkiye’nin yeni Kıbrıs politikası zamanıdır.

Türkiye’nin bir Kıbrıs meselesi vardır

Türkiye Cumhuriyeti Kıbrıs konusuna 1955 Londra Konferansından itibaren müdahildir. Bundan önce yani Lozan’dan itibaren (1923-1955) “Türkiye’nin Kıbrıs diye bir meselesi yoktur”. Lozan sonrası Türkiye, Kıbrıs’ın İngiltere’nin elinde kalmasından memnundur. Ne zaman ki Adadan İngiltere’nin çıkmak istemesi ki bu hiçbir zaman olmayacaktır, Türkiye’yi harekete geçirerek, Adanın 300 küsur yıl hâkimi olarak kendisine iade edilmesini gündeme getirmeye başlamıştır. Kıbrıs’ta Türkiye’nin vazgeçilmez hayati haklarını uluslararası anlaşmalarla yeniden kazanan Demokrat Parti olmuştur. Dönemin Cumhurbaşkanı Bayar, Başbakanı Menderes ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’yu anmak gerekmektedir. 1955’de müdahil olduğumuz Kıbrıs meselesi 1960’da neticelendirilmiş ve Kıbrıs Türkleri, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurucu ortağı olmuşlardır. Türkiye de bu sistemin teminatçısı/garantör devleti olmuş ve 1878’den 82 sene sonra Kıbrıs’a askerlerini gönderebilmiştir.

Kıbrıs Cumhuriyeti 15-16 Ağustos 1960’da ilan edilirken bu devletin oluşmasını sağlayan Demokrat Parti siyasi kadrosu Yassıada’da yargılanmayı bekliyordu. Dahası Kıbrıs’ın diplomatik fatihi dönemin dışişleri bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Başbakan Adnan Menderes bu başarılarını idam cezası ile ödeyeceklerdi.

Zihniyet değişimi

1960 askeri darbesi ve ardından gelişen siyasi olaylar Türkiye’nin Kıbrıs politikasını değiştirmiştir. İçerde darbe yapacak kadar şahin olanlar dış politikada güvercin olmayı tercih etmiş ve Kıbrıs’ı Makarios’un insafına terk etmişlerdir. Belki de askeri darbenin diyeti budur, bunu bilmiyoruz.

1960 Darbesinden itibaren Türk dışişlerindeki Fatin Rüştü Zorlu ekibi ve daha önemlisi zihniyeti tasfiye edilmeye çalışılmış, Türk Mukavemet Teşkilatı politik sebeplerle zayıflatılmış, Kıbrıs Türklerinin uyarıları dikkate alınmamış ve Rumların organize şekilde başlattıkları 1963 olaylarına Türkiye hazırlıksız yakalanmıştır. Kendi içine kapanan Türkiye Kıbrıs’taki gelişmeleri okuyamamış ve hazırlıklarını yapamadığı için Adadaki Anayasal durumun garantörü olarak var olan müdahale hakkını adeta BM’ye terk ederek Kıbrıs’taki Rum saldırılarına karşı BM Barış Gücünün Adaya gelmesine seyirci kalmıştır. Böylece DP’nin Kıbrıs üzerinde elde ettiği kazanımlar 1960’larda kullanılamamıştır.

Kıbrıs’ta Planlı eylemler

1963 yılı sonunda başlayan toplumsal olayların arkasında Makarios’un Kıbrıs Anayasasını değiştirerek Kıbrıs Cumhuriyetinin yapısını değiştirme teşebbüsü vardı. Fakat bugün Yunan yetkililerin anılarından öğreniyoruz ki Makarios’un Anayasa krizi aslında kontrollü ve Yunanistan ile koordineli bir hareketmiş. Nitekim Yunan Genelkurmayının Makarios planına göre atılacak adımlar şöyle sıralamaktadır:

“Birinci aşama Anayasanın olumsuz maddelerini değiştirmek. İkinci aşama: Garanti anlaşmalarını ortadan kaldırmak. Üçüncü aşama: Self determinasyon hakkını kullanmak. Dördüncü aşama: Yunan hükümetine başvurarak Kıbrıs’ı Yunanistan sınırları içine almayı kabul edip etmediğini sormak.” AKRİTAS planı EOKA örgütünce uygulanacaktı.

Yukarda sayılan garanti anlaşmalarının ortadan kaldırılma hedefi en son müzakerelerde de karşımıza çıktığı ve kabul görmediğini hatırlatmak lazım.

3 Aralık 1963 EOKA militanı Markos Drakos’un heyekeline bomba konması durumu gerginleştirdi. Senelerce bu bombanın Türkler tarafından konduğu söylenmiştir. 16 Mart 2014 tarihli Politis gazetesine konuşan Kıbrıslı Rum Takis Hrisafis EOKA heykeline bomba koyma emrini bizzat dönemin İçişleri Bakanı Yorgacis tarafından verdiğini kulaklarıyla duyduğunu söylüyordu. Yorgacis hem provokasyon yapıyor hem de emrindeki Rum polisleri Türklerin üzerine gönderiyordu. Makarios Planı adım adım uygulandı. 21 Aralık 1963’te Ada sathında etnik savaş başlatıldı ve Türkler izole edildi. 26 Aralık’ta İngilizlerin gözetiminde yapılan esir değişiminde 545 Türk esir ile 26 Kıbrıslı Rum değiştirildi. Sadece bir haftada Lefkoşa’da 49 Türk 20 Rum ölmüş 100’den fazla yaralı vardı. Rum terörünün nereye varacağı konusunda korkuç bir örnek Lefkoşa Devlet Hastanesinde yaşandı. Hastaneyi basan EOKA militanları hasta yatan Türkleri dahi öldürmüşlerdi [2]. Olaylar Ağustos’a kadar aralıksız devam etti. Kıbrıs yaşanmaz hale gelmişti.

1964-74 Arası Kıbrıs Bugünkü Gazze gibi idi

1963 Kanlı Noelinden sonra Lefkoşa Türkler ve Rumlar arasında bölünerek Yeşil Hat çekilmiş ve Lefkoşa Berlin’den sonra Avrupa’da bölünen ikinci başkent olmuştur. Artık Ada, Kıbrıs Cumhuriyetini ele geçiren Rumlar tarafından resmen ve EOKA örgütünce gizlice yürütülen Türklere yönelik tedhiş hareketleri ile Türkleri yıldırma, göç ettirme ve yok etme eylemlerinin yürütüldüğü bir yerdi. Yunanistan’dan gelen teçhizatlı askeri birlik ile Albay Grivas komutasında oluşturulan Rum Milli Ordusunun mevcudu 40 bini bulmuş idi. Bu ordu 1964 Erenköy Saldırısını gerçekleştirmiş Türkiye uçakları ile uyarı uçuşları yapmış, Türkiye Adaya çıkarma kararı almış ancak ABD Başkanı Johnson’un mahut mektubu ile bu gerçekleşmemiştir. Adaya Türkiye’de okuyan Kıbrıslı üniversite öğrencileri gönüllü olarak savaşmak için dönmüşlerdir.

 

Erenköy saldırısından itibaren Adada Türklerle Rumların karışık olarak yaşadıkları köy kasaba ve şehirler tamamen güvenli olmaktan çıktı. Türkler bu süreçte 102 yerleşim biriminden ayrılmak zorunda kaldılar. Yüzyıllardır oturdukları evlerini, işledikleri arazilerini terk ettiler. Bu zararlar halen tazmin edilmiş değildir. Binlerce Türk Adanın kuzeyinde tüm Kıbrıs’ın yüzde 3’üne tekabül eden bir bölgeye sığınmak zorunda kalmışlardır. Bu bölge bugünkü Gazze gibi kuşatılmış, giriş çıkışları Rumlarca kontrol edilen bir bölgedir. Aralık 1963- 20 Temmuz 1974 tarihleri arasında Kıbrıs Türkleri’ne yalnızca Türk Kızılay’ı yardım göndermiştir. Topraklarını terkeden Türkler zirai üretim yapamaz haldedirler. Yerleşim birimlere giriş çıkışlar silahlı milislerin kontrolünde olduğu için ticari hayatın da bittiği yıllardır. 1967 yılında Rum milli muhafızları Geçitkale ve Boğaziçi kasabalarına baskın yapıp sivil halkı çocuk, yaşlı ayırt etmeksizin öldürmeleri Türkiye’nin yeni bir müdahale kararı almasına sebep oldu. Ancak ABD tekrar devreye girerek Türkiye’nin taleplerini Yunanistan’a kabul ettirdi. Bunun en önemlisi Adaya geçmiş bulunan 12 bin Yunan askerinin çıkartılması idi.

BM Barış Gücünün sorumluluğu

Dünya bugün Suriye’yi seyrettiği gibi Kıbrıs’ta Müslüman Türklerin yok edilmesini seyretti. 1964’te Adaya BM Barış Gücü askerleri geldi ama olaylara engel olamadı. BM Barış Gücünün Kıbrıs’taki faaliyetleri hakkında yeterince araştırma ve inceleme yapılmadığı kanaatindeyiz. Kıbrıs’ta 1964-1974 yılları arasında yaşanan iç savaşı ve katliamları önlemede BM Barış Gücü kesinlikle başarı gösterememiştir. Dahası 1974 Ağustos’unda Muratağa, Sandallar, Atlılar ve Taşkent köylerinde kadın, bebek ve yaşlılardan oluşan sivil insan katliamlarında da Barış Gücünün dahli vardır. Sağ kalanların tanıklıklarına göre bu köylerde sabah BM Barış gücü gelip silahları toplamış ve artık güvenliği kendilerinin sağlayacağını ifade etmiş ardından Rum milisler gelerek insanları topluca katledip yakmış ve çukurlara gömmüşlerdir.[3]  BM Barış Gücünün misyonunu yerine getirmemiş olması Dünya kamuoyunda yeterince tartışılsa idi belki daha sonraki kriz bölgelerinde Barış Gücünün ihmali yüzünden katliamlar olmayacaktı.

Yunanistan Kıbrıs’ta Darbe Yaptırdı

Temmuz 1974’te Yunanistan’daki Cunta yönetiminin desteği ve isteği ile Yunan Ordusunun kurup desteklediği EOKA terör örgütü ile Yunan ordusundan Albay Nikos Sampson’un,  Makarios idaresine karşı darbe yapıldı. Darbeci subay Samson’un Adayı Yunanistan’a bağlama teşebbüsü üzerine Türkiye, Zürih-Londra ve Lefkoşa antlaşmaları ile Adadaki Anayasal düzenin teminatçısı/garantör 3 devletten biri olarak Adadaki duruma müdahale edip Kıbrıs Barış Harekâtını gerçekleştirdi. Uzun zamandır savaşmayan Türk Silahlı Kuvvetleri yapılması en zor olan anfibik harekâtı başarı ile yaparak Kıbrıs’ta Türk ve Rum halkın darbecilerin zulmünden kurtarmıştır. Burada kararlı tutumlarından dolayı dönemin Başbakanı Bülent Ecevit ile Başbakan Yardımcısı Necmettin Erbakan’ı anmamak olmaz.

Ancak savaşı kazanan CHP-MSP hükümetimiz barışı imzalamadan bozulunca yeni hükümet arayışı sürecinde Kıbrıs’ta barış yapma tarihi fırsatı kaçırıldı. O tarihten itibaren Türkiye hep Rumlarla anlaşma, uzlaşma kapısını açık tuttu. Türkiye hariciyesi enerjisini 1963’te yıkılan ortak Kıbrıs Cumhuriyetini yeniden ihya etme, adeta geçen zamanı geriye getirmeye harcadı.

Türkiye siyasetinde CHP çizgisinin Rumlarla federasyon tezine hep yakın dururken Barış Harekâtının ortağı milli görüş hareketi ise bağımsız Kıbrıs tezini savunagelmiştir.  Uzun müzakere süreçleri,  Batının etkin algı operasyonu, geleneksel Rum- Yunan sempatisi ve Türk-Müslüman düşmanlığı ile zehirlendi. Türkiye uzlaşmaz taraf olarak lanse edildi. Bu algı operasyonu Türk diplomasisi ve siyaseti üzerinde baskı kurdu. 2004 Annan Planı’nın Rum tarafınca hem de yüksek bir oranla reddedilmesine rağmen Rum tarafının AB’ye alınarak ödüllendirilmesi ve KKTC’ye verilen hiçbir resmi sözün mesela ambargoların kaldırılması gibi yerine getirilmemesi bizi geleneksel uzlaşmacı yaklaşımdan alıkoymadı. Umutla müzakerelere devam edildi.

Yeni Kıbrıs Politikası

Türkiye ve KKTC’nin bütün iyi niyet ve özverili çabalarına rağmen Kıbrıs Rum Kesimi ve Yunanistan’ın geleneksel uzlaşmaz tutumlarında ısrar etmeleri şaşırtıcı değildir. 1974’den bugüne dünya konjonktürü, Türkiye’nin konumu fevkalade değişmiş bulunmaktadır. Özellikle son 15 yılda Türkiye’nin uluslararası etkinliği artmıştır. Dolayısıyla Türkiye’nin tekrar Kıbrıs’ta federasyon arayışına girmesine ihtiyaç yoktur.  Kaldı ki, Türk-Rum nüfusun tekrar karışık bir şekilde ikamet edecek olması Kıbrıs’ta 40 seneyi aşkın bir zamandır var olan huzur ve barışın fevkalade risk edilmesi olacaktı. Türklerle Rumlar sanıldığı gibi 1974’te değil 1963’te ayrışmış ve kendi yönetim pratiğini kurmuşlardır. Bu pratik iki tarafta da demokrasidir. Kıbrıs’ın iki tarafında da 40 yılı aşkın iyi işleyen demokratik devlet tecrübesi vardır. Bundan sonra artık müzakereler de sonuçsuz kaldığına göre; bu iki demokratik devleti bozup yeniden kurmayı kurgulamakla vakit geçirmeye hiç gerek yoktur. Aksine mevcut durumun tanınması ve tanıtılması en makul yoldur. Türkiye güçlü bir şekilde KKTC’nin yaşatılacağını vurgulaması ve tanınması için gayret göstermesi zamanın ruhuna en uygun düşen yol olacaktır.

Kıbrıs Adasında 40 yıldır yaşayan iki ayrı devlet var, bırakalım yaşamaya devam etsin. Dünya bu devletlerarasında artık ayrımcılık yapmaktan vazgeçip eşit davranmaya başlaması yeterli olacaktır.

Uluslararası Hukuk Dosyamızı Hazır Tutmalıyız

Kıbrıs’ta çözüm arayışları sona ererken gerek KKTC gerekse Türkiye tarafından ihmal edilen bazı konular olduğunu görüyoruz. Türkiye üniversitelerinde Kıbrıs başlığı altında yapılan tez sayısı 600’e yaklaşmaktadır. Bunların, 184 âdeti uluslararası ilişkiler, 116 âdeti tarih alanında olup hukuk alanındaki tez sayısı sadece 10 adettir. Tez başlıklarında “Rum mezalimi”, “BM” ve “BM Sekreteri”, “uluslararası ceza mahkemesi” başlığı geçen tez sayısı yalnızca birer adettir. Kıbrıs’ta uluslararası hukuk dosyamızı hazırlama zorunluluğumuz var.

Ali Satan 

 

[1] Niyazi Kızılyürek, Bir Hınç ve Şiddet Tarihi Kıbrıs’ta Statü Kavgası ve Etnik Çatışma, İstanbul Bilgi Ünv. Yay. İstanbul 2016, s.314-315

[2] Kızılyürek, s.317-330

[3] Tanık Anlatımları için Bkz. Ali Satan-Erdoğan Şentürk, Tanıkların Diliyle Kıbrıs Olayları 1955-1983, İstanbul 2012. Katliamların dünya basınındaki yansımaları için Bkz. Sabahattin İsmail, 20 Temmuz Barış Harekatının Nedenleri-Gelişimi Sonuçları, İstanbul 1988, s.187-194. Katliamların Türkiye ve Dünyadaki yankıları için Bkz.Vehbi Zeki Serter, Kıbrıs’ta Rum-Yunan Saldırıları ve Soykırım, Ankara 2008, s.298-334

Benzer gönderiler