Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un büyük önem verdiği “Fransız Müslümanlığı” projesindeki akıl hocası Hakim El Karoui’yle alakalı Washington Post gazetesinde önemli bir yazı kaleme alındı. Yazıda, Macron’un ülkesindeki Müslümanlara yönelik politikalarına dair önemli ipuçları da var.
Yazının tercümesi:
Geçen ay Güney Fransa’daki terör saldırısında hayatını kaybeden polis memurunun üzerine Fransız bayrağı örtülmüş tabutunun başında konuşan Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, suçlu olarak “yeraltı İslamcılığını” ve “topraklarımızda her gün insanların beyninin yıkanmasını” gösterdi.
Saldırı, Fransa’da zaten tasarı aşamasında olan bir projeye aciliyet kazandırdı: Macron tartışmalı bir mesele olan İslam’ı, Müslümanların Fransa’ya entegrasyonunun hızlandıracak ve radikalleşmeyi engelleyecek şekilde yeniden yapılandırılması fikrini devreye soktu.
Macron önümüzdeki aylarda tasarının içeriğini açıklayacağını duyurdu. Bu tasarının nasıl görüneceğini merak edenler İslami geleneklerin Fransız kültürüyle bağdaştığının en önde gelen savunucularından olan Hakim El Karoui’ye bakabilirler.
Macron’un bu hassas meseledeki sağ kolu Karoui’nin Macron ile benzerlikleri dikkat çekici. Cumhurbaşkanı (Macron) gibi, Karoui de Rothschild ailesine çalışmış eski bir yatırım bankacısı, elit ortamların ve “büyük fikirlerin” adamı.
Bu büyük fikirlerin sonuncusu da İslam’ın Fransa’yla bağdaşacak şekilde yaşanması ve de “inananların barışçıl bir şekilde, inançlarını yüksek sesle duyurmadan yaşamaları.”
Fakat eğer El Karoui, Macron’un İslam ile Fransız değerlerinin nasıl bağdaşacağına dair fikirlerini temsil eden kişiyse bu iş zor demektir.
Fransız insan hakları savunucusu ve Müslüman aktivist Yasser Louati şöyle diyor: “(Karoui) İslam’ı günlük hayatında yaşayan birisi değil, aslında bu konuyla ilgisi olan tek özelliği isminin Hakim El Karoui olması. Hepsi bu.”
2015’ten beri, 230’dan fazla kişi Fransa’da Fransız veya diğer Avrupalı vatandaşlar tarafından düzenlenen DAEŞ saldırılarında hayatını kaybetti. Ayrıca, radikalleşmeyi araştıran Soufan Center verilerine göre 1910 Fransız vatandaşı da Irak ve Suriye’de “cihada katılmaya” gitti.
Fransa bu meseleye nasıl müdahale edeceği –ve hükümetin bu meselede nasıl doğru şekilde rol alabileceği- üzerine kafa yoruyor. Hâlihazırda bu konuda yanlış adımlar atılmış vaziyette.
2016’da hükümet, daha önce açılması planlanan 13 adet “radikalleşme ile mücadele” merkezinden ilkini Loire Vadisi’ndeki eski bir şatoda açtı. Bu merkezlerde, “risk altındaki” gençler gönüllü olarak Fransız tarihini ve kültürünü kapsamlı şekilde öğrendikleri bir programa tabi tutuluyorlardı. Fakat proje topa tutuldu. Eleştirmenler programın gençleri ailelerinden ve çevrelerinden kopardığına, çok fazla milliyetçi olduğuna ve bilimsel bir temele dayanmadığına dikkat çekti. Bölgenin sakinleri de “teröristlerle komşu komşuya yaşadıklarını söyleyerek” protestolara başladı. Loire Merkezi 2017’de kapandı. Proje için “tamamen fiyasko” yorumları yapıldı.
Macron agresif bir güvenlik politikası izliyor. Geçen sene, olağanüstü halin bazı hükümlerini daimi şekilde Fransız Hukuku’na tabi eden bir yasa geçirdi. Bunun yanında, İslam’ın ultra-muhafazakar bir yorumu olan Selefizm ile bağlantılı camilere ve imamlara karşı sürekli operasyonlar yapılıyor.
Aynı zamanda, ulusal güvenliğe katkıda bulunması planlanan “Fransız İslamı” projesine de tekrar yatırım yapmaya istekli görünüyor. 1980’lerden bu yana Fransız cumhurbaşkanları bunu denediler, ama başarılı olamadılar. Şimdi 40 yaşındaki Macron diğerlerinin deneyip de yapamadığı şeyi başarmak için kararlı görünüyor ve de El Karoui’nin fikirlerinden çokça etkilenmiş görünüyor.
Tunuslu Müslüman bir baba ve Fransız Protestan bir annenin oğlu, aynı zamanda eski Tunus başbakanlarından birinin yeğeni olan El Karoui kendini Müslüman olarak tanımlıyor, fakat dindar biri olduğu söylenemez.
El Karoui birçok yönden –hatta bazı Müslümanlar için aşırı ölçüde- modern Fransız elitinin cisim bulmuş hali. Fransa’daki katı laiklik yorumuyla bağdaşan bir şekilde, türban gibi dini simgelere karşı çıkıyor. Karoui türbanı “siyasal bir simge” olarak görüyor ve Fransa’nın temel değerlerinden olan eşitliğe aykırı olduğunu; kadın-erkek arası eşitliği bozduğunu savunuyor.
2015’teki Charlie Hebdo saldırısına kadar Karoui Fransa’daki Müslümanlar meselesine ilgili değildi ve bu tarihten sonra bu konuda araştırma ve yayınlarına başladı.
Fransa’da bugün 4.5 milyondan fazla Müslümanın yaşadığı tahmin ediliyor. Tam sayı bilinemiyor, çünkü Fransız din veya ırk üzerine resmi veri toplamayı reddediyor.
Karoui “İslam: Bir Fransız Dini” adında bir kitap yazdı. Kitap, Fransız Müslümanlarının örgütlenerek kendi toplumlarının sorumluluğunu alma çağrısı sebebiyle Fransız elitleri nezdinde büyük ilgi gördü.
Macron gibi finans kökenli olan Karoui, meseleye bir finansçı bakış açısıyla yaklaşıyor; seküler Müslümanların tüketim alışkanlıkları ve Muhafazakar Müslümanların tüketim alışkanlıkları, değişik tipolojideki Müslümanların tüketimdeki “Pazar payları” gibi mevzulara değiniyor. Fransa’daki camilere dış ülkelerden gelen maddi desteğin sınırlandırılması gerektiğini savunuyor.
El Karoui geçenlerde Paris’teki ofisinde yaptığı açıklamada şöyle dedi: “Geçmişte stratejik bir hata yaptık. Müslümanların yabancı olduğu, bu sebeple İslam’ın dış ülkeler tarafından fonlanması gerektiği fikrine kapıldık.”
Karoui, İslam’ın Fransa’da en yaygın ikinci dil olduğuna ve Fransa’daki Müslümanların %75’inin Fransa doğumlu olduğuna, fakat camilerin büyük çoğunluğunun parası Fas, Cezayir ve Türkiye gibi ülkelerden geldiğine dikkat çekti. “Fransız camilerinin yabancı ülkeler tarafından finanse edilmesi fikri çılgınca.” Karoui Fransız Müslüman toplumunun örgütlenerek (Fransa’daki) camileri finanse etmesi gerektiğini savunuyor.
Karoui’nin önerileri dindar Müslümanlar ve İslamafobi ile savaşan aktivistler tarafından sıkça eleştiriliyor. Bu kişiler, radikalleşmeyi “bir Müslüman problemi” olarak kabul etmesi sebebiyle Karoui’yi suçluyor ve hüküm giyen pek çok teröristin dindar bir geçmişe sahip olmadığını belirtiyor.
Karoui 2016 tarihli “Bir Fransız Müslümanlığı Mümkün” araştırması sebebiyle de eleştiriliyor. Araştırma kapsamında yapılan anketlerin sınırlı ve toplumun genelini yansıtmayan bir çevrede yapıldığı ve de anketteki soruların yönlendirici olduğu savunuluyor.
El Karoui eleştirilere karşı çıkıyor: “Müslüman dünyasında ya da Arap dünyasında karşılaştığımız en sık problemlerden biri sorunlarla yüzleşebilme yetersizliği. Suç her zaman başkasına aittir. ‘Benim suçum değil. Böyle bir şey yok. Bu bir komplo. İsrail’in suçu.’ Peki ama gerçek ne?”
Fakat Karoui Müslümanların yalnızlaşma ve radikalleşmesinin diğer –belgelenmiş- sebeplerine karşı daha az ilgi duyuyor; eğitim ve istihdam fırsatlarını kısıtlayan ayrımcılık veya Müslümanların orantısız şekilde temsil edildiği Fransız hapishane sistemi gibi.
Ayrıca Fransa’nın temel prensiplerine karşı çıkmaya isteksiz duruyor. Geçen sene ABD’deki bir toplantıda, türbanın Fransa Cumhuriyeti’ne karşı bir tehdit olup olmadığı konusundaki görüşlerini açıklaması konusunda sıkıştırılınca, “Bu politik bir gerçeklik. Fransa’yı değiştirmeyeceğiz.” dedi.
Bir kısım Fransız akademisyen için, aşırı bir azınlığı dizginleyebilmek için bütün bir dini yeniden düzenlemeye çalışmak baştan kaybedilmiş bir savaş. Ayrıca monarşi döneminde kalmış olması gereken otoriter bir uygulama.
Floransa’daki European University Insitute (EUI) hocası ve Fransa’da İslam konusunda araştırmalar yapan Profesör Olivier Roy şöyle diyor: “Bu projenin açık bir ilham kaynağı Napolyon Dönemi’nde uygulanan, Yahudilerin merkeze entegrasyonu projesiydi. Napolyon bu projeyi başarabildi, çünkü otoriter bir devletin başındaydı.”
(Napolyon 1808 yılında Fransa’daki bütün Yahudi Cemaatlerini tek çatı altında toplayan Consistoire Central Israélite adında bir yapı kurmuştu. Bu kurum günümüze de ulaştı.)
“Bu proje, 14. Louis ve diğer kralların Katolik Kilisesi üzerinde asıl otoriteye sahip olması dönemi ile aynı. O dönem bu normal sayılabilecek bir uygulamaydı, çünkü Kralların otoriteyi Tanrı’dan aldıkları kabul görüyordu. Fakat seküler bir devletin herhangi bir dine müdahale etme hakkı yoktur. Bu anayasaya aykırı bir durum olur. İmamların formasyon alması şartı, ‘Fransız değerleri ile bağdaşan İslam’ gibi kavramları sıkça duyuyoruz. Ama tam olarak nasıl bir İslam ve hangi değerlerle nasıl bağdaşıyor?”
Bazıları için de asıl hitap edilmesi gereken problem Fransız devletinin kurumsal ikiyüzlülüğü ve herkes için eşitlik vadedip pek çok defa bazı vatandaşların hayatlarını nasıl yaşayacaklarına müdahale etmesi, geçtiğimiz yıllardaki “burkini” yasağında olduğu gibi.
Radikalleşmeyi azaltma uzmanı Dounia Bouzar “Fransız Müslümanlarının sosyal hayatta yeri yok” diyor. “Toplum olarak kamusal alanda özgürlüğe ihtiyacımız var.”